|
|
|
Aşk Menüsü |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Büyüklerden İbretli Sözler |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şah-ı Nakşibendi |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
HACE MUHAMMED BAHAUDDİNİ
ŞAHI NAKŞİBENDİ
(Kuddise Sirrûhu) ında Kasrı Ârifan'dan Hâce Muhammed Bahâeddîni Şâhı Nakşibendi’dir. Uzunca boylu, buğday tenli ve güzel yüzlüydü. Sakalı büyükçe idi. Boynu nur gibi parlardı. Tatlı dilli ve güler yüzlü olup herkesi istikamete zorlardı. Zahiren halk ile, bâtınen Hak ile idi.ğday tenli ve güzel yüzlüydü. Sakalı büyükçe idi. Boynu nur gibi parlardı. Tatlı dilli ve güler yüzlü olup herkesi istikamete zorlardı. Zahiren halk ile, bâtınen Hak ile idi. Buhara’ya bir fersah mesafede Kasrı Arifan'da Sülalei Tahire’den Ecdâdı İmamı Caferi Sadık'a ve oradan Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma validemize varan sâlih bir babadan ve saliha bir anadan doğmuşlardır. Henüz ana rahminde iken bir "er kokusu" duyulmuş ve bu durum manevi babası olan Muhammed Baba Semâsi tarafından ifade edilmişti. Daha çocuk yaşlarda iken büyüklüğüne dalâlet eden alametler görülmekte idi. Yaşı ile mütenasip olmayan idrak, dirayet, nuru hidayet kendisinde müşahade ediliyordu.
Şâhı Nakşibendi Hazretleri, kendisine kadar "Hacegân Yolu" olarak anılan tarîkatı, "Nakşibendi" yapan kolbaşı, veliler serdârı bir uludur. Adı Muhammed Bahâüddîn b. Muhammed, nisbesi "elBuhârî"dir. Buhara yakınındaki Kasrı Arifân'dandır. Buranın eski adı Kasr,ı Hinduvan iken, kendilerine nisbetle "Arifler Köşkü" anlamına gelen Kasrı Arifan denildi. İsminin başındaki Şah kelimesi de "Gönül Sultanı" anlamında bir saygı ifadesidir. Şahı Nakşibendi Kuddise sirruhu 718 Muharrem’inde (1318 Nisan’ında) dünyaya gelmiş, İslâm âlimlerinin en meşhurlarından olup tasavvufda en yüksek derecelere ulaşmıştır. Asrında ve kendinden sonraki asırlarda onun sebebiyle pekçok insan, hidayete, doğru yola kavuşmuştur.
Bahâeddîni Buharî’nin ilk hocası, daha doğar doğmaz kendisini manevi evlatlığa kabul eden ve hakkında çok müjdeler veren Hâce Muhammed Baba Semasi Kuddise sirruhu’dur. Önce ondan istifade etti. Sonra bu hocası onun yetiştirilmesini en kâmil talebelerinden Emir Külâl Kuddise sirruhu’ya havâle etti. Seyyid Emir Külâl Kuddise sirruhu Şahı Nakşibendi Hazretleri’nin yetişmesi için titizlikle meşgul olup, onu tasavvuufda yüksek derecelere ulaştırdı. Hatta bir gün Ona dediki:
"Şeyhim Muhammed Baba Semmâsi Kuddise sirruhu’nun senin yetişmen konusundaki emirlerini yerine getirdim. Şu anda hem hâl bakımından, hem de "kâl" bakımından yüksek derecelere eriştiniz. Sadrımda ne varsa sana aktardım. Fakat senin himmet kuşun beni geçti, daha yükseklerde uçuyor. Artık kemâl semasında dilediğiniz gibi uçmağa tarafımdan mezunsunuz, diyerek icazet verdi. Suhâr'da bir mescid inşaası sırasında beş yüz müridin huzurunda gerçekleşen bu icazetten sonra Şahı Nakşibendi oradan ayrıldı. Bu izinden sonra zamanın büyük şeyhi ve alimlerinden olan Mevlâna Arif Kuddise sirruhu’nun hizmet ve sohbetlerine yedi sene devam ettiler. Daha sonra yine ululardan Hâce Halil Ata Kuddise sirruhu’nun hizmetinde ve sohbetlerinde oniki sene bulundu. Nice arif sırlarına vakıf oldu.
Şahı Nakşibendi Kuddise sirruhu çok mütevazi bir hayat yaşardı. Haramlardan titizlikle sakınır, ruhsat yolundan çok, azimet yolunu tercih ederdi. Misafirlerine ikramdan hoşlanır, hediyeye, hediye ile mukabele etmeye çalışırdı. Mahlukatın tümüne şefkat nazarıyla bakardı. Tasavvufdaki ilk hallerini şöyle anlatmıştır:
Tasavvuf hallerinden cezbe hâli çoğalıp kararsız düştüğüm günlerde, geceleri ay ışığında kabristanda dolaşırdım. Bir gece devamlı ziyaret edilmekte olan üç büyük zâtın mezarını gördüm. Her birinin kabrinde yanmakta olan birer kandil vardı. Kandillerin yağı ve fitilleri olduğu hâlde çok sönük yanıyorlardı. Fitillerini hareket ettirmek lazımdı ki, parlak yanıp çok ışık versinler. O kandilleri öylece bırakıp, Hâce Muhammed Vasî Kuddise sirruhu’nun kabri başına gittim. Orada Ahmed Eckarnevi Kuddise sirruhu’nun kabrine gitmem işaret olundu, oraya gittim. Bellerinde kılıç takılı olan iki kişi geldi. Bir hayvana beni bindirip yönünü de Mezdâhin tarafına çevirip ayrıldılar. O gece devamlı yol alarak sabaha doğru Mezdâhin mezarlığına ulaştım. Orada da diğer mezarlardaki gibi bir kandil yanıyordu. Fakat o da sönük yanıyordu. Kıbleye karşı oturdum. Bu sırada bana geçkinlik hali geldi. Kıble tarafında gördüğüm duvar yarıldı. Gördüğüm manzara; yeşil örtüler ile süslenmiş bir taht ve bu taht üzerinde bir zât oturmuştu. Etrafında ise kalabalık bir cemaat vardı. İçlerinde Baba Semmasî Kuddise sirruhu de bulunuyordu. Sâdece Onu tanıyordum. Daha sonra anladım ki bu zâtlar, vefat eden bu yolun büyükleridir. Fakat kürsinin üzerinde oturan kimdir diye merak ediyordum ki, kürsünün etrafında oturanlardan biri bana dedi ki:
Bu zat Hâce Abdûlhâlık Gücdüvanî Kuddise sirruhu’dur. Etrafındaki cemaat ise O’nun Halifeleridir. Sonunda Hocam Baba Semmasi Hazretleri’ni göstererek bunu hayatta iken gördüm, senin şeyhindir. Sana taç verdi. Onu tanıdın mı?
"Evet Hocamı tanıdım, fakat tâcın nerede olduğunu bilmiyorum" dedim.
O senin evindedir. Onu sana keramet olarak verdiler ki bir bela gelecek olsa, onun bereketiyle def edilir.
Sonra denildi ki: Şimdi dikkat kesil Abdülhalık Gücdüvanî Kuddise sirruhu sana nasihat edecek!
Hâce Hazretleri’nin elini öpmek istedim, izin verildi. Yaklaştım, selâm verip edeple elini öptüm. Sonra huzurunda edeple ayakta durdum. Tasavvufda ilerlemek hususunda şöyle buyurdu:
Evladım kabirlerin başında kandillerin sana öyle gösterilmesi senin bu yolda kabiliyet sahibi olduğuna alâmettir. Fakat fitil gibi olan kabiliyeti hareketlendirmek lâzımdır ki, bu kabiliyet ortaya çıksın. Hakkın gizli sırları sana açık olsun.
Hangi durumda olursa olsun Dinimizin caddesinde yürümek, Azîmet ve Sünneti Seniyye üzere olmak lâzımdır. Emirlere ve yasaklara uymak hususunda istikamet üzere olacaksın, bidatlerden ve ruhsatla amel etmekten uzak duracaksın. Hadisi Şerif’leri öğrenip amel edeceksin. Rasûlüllah Sallellahü Aleyhi ve Sellem ve Sahabei Kiram’ın haberlerini ve izlerini araştırıp inceleyeceksin. Böylece çağına yetişmeden yüzyüze görüşmeden, Abdülhalık Gücdüvani Kuddise sirruhu’nun üveysi müridi olmuş, alemi mânada onun terbiyesine girip feyz almıştır.
Abdülhalık Gücdüvani Kuddise sirruhu zamanında gizli zikre önem veren "Hacegân Yolu"nda, Mahmud İncir Ağnevi Kuddise sirruhu ile cehri ve hafi zikir birleştirildi. Şahı Nakşibendi Hazretleri gizli zikre olan meyilleri sebebiyle bir bakıma Abdülhalık Gücdüvani Kuddise sirruhu’nun va’z ettiği esaslar çerçevesinde ve ondan aldığı ruhani, üveysi terbiye dairesinde yetişerek yine Hâce tarafından tesbit edilen "On bir esas"ını ihya etmiştir. Nakşibendi yolunu daha sağlığında iken Buhara, Semerkand ve Maveraünnehir bölgesine yaydı. Güçlü ve müteşerri halifeleri vasıtasıyla yıllarca İslam ülkesinde tesir ve nüfuzunu devam ettirmiştir.
Nakşibendi Hazretleri’nin menkibeleri sayılmayacak kadar çoktur. Bır kaçını burada zikredelim.
Şahı Nakşibendi Kuddise sirruhu Peygamberimiz Sallellahü Aleyhi ve Sellem’in sünnetine tam uyar ve O'nun yaptığı şeyleri yapmaya çok gayret ederdi. Her Sünnetini işlerdi. Bir defasında Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam Ashabı Kiram’ dan bir gurup ile ekmek pişirmişlerdi. Peygamberimiz Sallellahü Aleyhi ve Sellem’de mübarek eline bir parça hamuru alıp tandıra koymuşlardı. Bir müddet sonra baktılarki hamurlar pişmiş. Fakat Peygamberimiz Salleallahü Aleyhi ve Sellem’in koyduğu hamur pişmemişti, olduğu gibi duruyordu. Demek ki ateş Peygamberimiz’in mübarek elinin değdiği hamuru yakmadı. İşte Şahı Nakşibendi Kuddise sirruhu’ da bu sünneti ihya için talelebeleriyle aynı şekilde ekmek pişirdiler. Ne görsünler tüm hamurlar pişmiş. O'nun koyduğu hamur aynen duruyordu. O’nun da mübarek elinin değdiği hamura ateş tesir etmedi.
O’nun talim ettiği Nakşilik yolunda en büyük keramet, kerametin gizlenmesiydi. Çünkü Mevlâ Celle Celalühu bazen veli kulunu kerametle taltif ederek, kendisi ile keramet arasında muhayyer bırakarak imtihan eder. Kul gayenin keramet değil, istikamet ve hak rızası olduğunu anlarsa kurtulur, değilse ayağı sürçer ve tökezler. Maneviyat yolunun en tehlikeli geçidi burasıdır. Şâhı Nakşibendi Hazretleri’ne göre en büyük keramet, kerameti örtmek ve gizlemektir. Hatta kendisine: "Sizden niçin bu kadar az keramet zuhur ediyor? diye soranlara şu cevabı veriyor: Omuzlarımızda bunca günah yüküne rağmen ayakta durabilmekten daha büyük keramet mi arıyorsunuz? Halk içinde Hak ile beraberliği esas alan Nakşibendi Kuddise sirruhu, emaneti zahiren Emir Külâl Kuddise sirruhu’dan, batınen Abdülhalık Gücdüvani Kuddise sirruhu’dan almıştır
Künyesi: Buhâra civar
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Oyla... |
|
|
|
|
|
|
|
Ayın Konusu |
|
|
|
|
|
|
|
En Güzelden En Güzel Dua |
|
|
|
|
|
|
Ey Rabbim! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, eli kolu dökülür derecede takatsızlıktan, kasvetten, gafletten, zilletten, azlıktan, meskenetten sana sığınırım. Fakirlikten, küfürden, fısktan, şekavetten, nifaktan, yapdığını insanların duyması ve met hetmeleri için yapmaktan, riyadan, sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, abraslıktan ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.
(Hadis-i Şerif) |
|
|
|
|
|
|
|
Merhaba Ey Aşkı Baki |
|
|
|
|
|
|
|
Yarim Yarim |
|
|
|
|
|
|
Yarim Yarim
İşte gidiyorum yalan dünyadan
Vuslata ermeden sana doymadan
Dua et koşarak gelip arkamdan
Kabrimde göz yaşı dök yarim yarim
Bilmedim ne yaptım neydi ki suçum
Ağlarken göz yaşı dolar avucum
Mezarda bekliyor seni baş ucum
Seneden seneye gel yarim yarim
Bir acı kalbimin orda bir yerde
Dinmiyor sızısı çok derinlerde
Unuttun sormadın acep ne halde
Aklına düşersem sor yarim yarim
Ne idim ne oldum halim perişan
Gözümden gitmiyor suretin bir an
Gün olur gelip te beni ararsan
Mezarlık adresim bil yarim yarim
|
|
|
|
Şu An 98 ziyaretçi buradalar. |