|
|
|
Aşk Menüsü |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Büyüklerden İbretli Sözler |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İtikadda Ölçü |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İtikadda Ölçü
A- GİRİŞ
İtikad, İslam’da esas olup, tüm davranış ve uygulamalarımız, sahip olduğumuz inançlara göre vuku bulur. Bundan dolayıdır ki alimler, itikadı asıl olarak görmüşler ve Şeriat’ı (Hukuku) da İtikad üzerine bina edilen uygulamalar bütünü diye tarif etmişlerdir. (1)
İlk insan ve ilk peygamber Adem (a) ile başlayıp son peygamber Muhammed (a) ile devam eden ve kıyamete kadar da devam edecek oan mücadele, hep insanlığın sahip olduğu inanç ilkeleri etrafında olmuştur. İnsanlığın emaneti yüklenişiyle başlayan Tevhid tarihi; insanlar tarafından oluşturulan inanç/akaid sistemleriyle Allah’ın bizden iüzerinde olmamızı istediği Tevhid akidesi arasındaki amansız mücadelelerden müteşekkildir.
Allah, peygamberleri insanların itikadlarında oluşan farklılıkları gidermek, onları tevhid akidesi etrafında toplamak ve kulluklarını gereğince yapıp dini/hayat tarzını yalnız Allah’a halis kılmaları inancıyla göndermiştir.(Beyyine 98:4-5)
Bu mücadele içinde inanç sahipleri ister fert ister grup, fırka düzeyinde olsun, sahip olduğu inançların doğruluğunu savunmuşlar ve gerek akli, gerekse nakli bir çok deliller ileri sürmüşlerdir. Meselenin zorluğu, üzerinde tartışılan, hakkında deliller getirilen konunun, yani itikad mevzunun tamamen gaybi oluşudur.
Allah Kur’an’da mü’mini “gaybe iman eden” olarak tanımlar.(Bakara 2:3) Gayb; duyu organlarımızla idrak edemediğimiz, bilgisine ulaşamadığımız, dolayısıyla ilmimizle algılayamadığımız her şeydir. Gayb, genel olarak gelecekle (istikbal) ilgili görüldüğü halde Kur’an’da üç zaman için de kullanılmıştır:
1- Geçmiş Zamanda Gayb olan (3:44, 12:102)
2- Şimdiki Zamanda Gayb olan (72:1)
3- Gelecek Zamanda Gayb olan (30:1-2)
Fakat bir de bunların ötesinde zamanla sınırlı olmayan, sadece Allah’ın bilgisinde olan “mutlak gayb” diyebileceğimiz bir alan vardır ki, işte itikadın alanını da bu gayb oluşturmaktadır: Allah inancı, meleklere iman, ahirete iman gibi.
Bütün Resuller, davetlerine muhataplarının üzerinde bulunduğu itikadı ele alarak başlamışlardır. Allah, inanılması gereken doğru akideyi sunarken onun gerçek ilim/hak olduğunu; karşı duranların ise zan üzerinde bulunduklarını vurgulamaktadır.(2:145, 6:148, 30:28-29)
Kur’an bizden ilme tabi olmamızı, hakkında ilim sahibi olmadığımız şeylerin ardından gitmememizi istiyor: Bilmediğin bir şeye inanıp ardına düşme, çünkü işitme, görme duyusu ve beyin (fuad), hepsi ondan sorumludur. (İsra 17:36)
Bu ayetten hareketle ilme/gerçeğe ulaşmanın üç yolu olduğu vurgulanmıştır.
1- İşitme yoluyla elde edilen doğru haberler (sem)
2- Görme ve gözlem (deney) yoluyla elde edilen ilim (basar)
3- Aklın onayladığı, muhakeme yoluyla elde ettiği bilgi (Fuad) (2)
B- İTİKADI BELİRLEMENİN YOLU
“İnançlarda kesin delil (yakin) aranır; İnanç hükümleri asla bozulamaz. Bu itikad ilkelerinde bütün peygamberler müttefiktir.”(3) denilirken, itikada esas teşkil edecek haberlerin niteliği vurgulanmaktadır. Akideye dayanak olacak haberlerin kesin (delalet-i kat’i) olmaları zanni (delalet-i zanni) olmamaları gerekmektedir.
Delalet-i kat’i derken şu anlaşılmalıdır. Sö konusu haber anlam yönünden veya vermek istediği mesaj açısından yoruma fırsat vermeyecek açıklıkta ve nitelikte olmalıdır. Tüm muhatapların aynı şeyi anlayacağı açıklıkta olmalıdır. Delalet-i zanni ise; maksadı kesin olmayan, birden fazla anlam içerebilen, kendisinden bütün muhatapların aynı şeyi anlamadığı haberlerdir.
Mana (dalalet) yönünden birden fazla manaya gelebilen böylesi haberler şüphe veya tereddüt oluşturduklarından, daha doğrusu belirsizlik ifade ettiklerinden “zanni” diye vasıflandırılmışlardır. İşte böylesi zan ifade eden haberler itikadda esas alınamazlar. Zira, itikad/iman zan üzerine bina edilemez.
İtikad kesin bilgiye, yakin bilgiye dayanmalıdır. Allah Kur’an’da zannın, kesin olanın karşılığı olduğunu vurgulamakta ve bizleri zandan sakındırmaktadır:
“Onların çoğu zanna uyarlar; gerçekte ise zan, hakikat karşısında bir şey ifade etmez. Allah, yaptıklarını şüphesiz bilir. (Yunus 10:36)”
“Ahirete inanmıyanlar melekleri dişi olarak nitelendirmektedirler. Onların bu konuda bir bilgileri yoktur, sadece zanlarını izlemektedirler ve zan gerçeğin yerini tutmaz. (Necm 53:27-28)”
“Ey iman edenler! Zandan çok sakının!... (Hucurat 49:12)”
Akideye temel olacak haberlerin kesin (delalet-i kat’i) olmaları; zanni (delalet-i zanni) olmamaları hususunda alimler arasında herhangi bir ihtilaf sözkonusu değildir. Ama hangi haberlerin kat’’i, hangilerinin zanni olduğu meselesine gelince, burada bir çok görüş farklılığı belirmekte ve haberlerin değeri tartışma konusu edilmektedir.
Aslında bu ihtilafların temelinde itikatta sürekli olarak göz önünde bulundurulması gereken ölçünün, metodun, tam olarak belirlenmeyişi veya gözardı edilişi yatmaktadır.
İtikad, bizatihi gayb alanına tekabül etmektedir. İtikadi konuların bütünü gaybidir. Gayb sahası yalnız ve yalnız Allah’ın bilgisi dahilindedir. (27:65, 5:109, 10:20, 6:59) Allah’tan başka hiçbir kimse, hiçbir varlık gaybı bilemez. Ancak Allah gaybını seçtiği kullarından bazılarına bildirmektedir ki, bunu da Kur’an’da açıklamıştır:
“Gaybı bilendir O. Gaybı konusunda hiç kimseyi yardımcı yapmıyor. Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır. Rablerinin bildirilerini tebliğ etmelerini ortaya koymak için her peygamberin önünden ve ardından gözcüler salar; onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve herşeyi bir bir sayar. (Cin 72:26-28)”
Bu ayet, Allah’ın gaybını ancak resuller’e bildireceğini, onların haricinde kimseyi gaybına muttali kılmayacağını gayet açık olarak ifade etmektedir. Allah’ın Elçisi’ne bildirilen gayb da bizatihi Kur’an’dır. “O halde Kur’an’ın dışındaki hiçbir kaynağın gaybi haberleri bize bildirmeye kabiliyeti ve yetkisi yoktur.” (4)
Mümin Gayb hususunda Allah’ın Kur’an’da bildirdiği ile yetinmek, daha ötesini irdekemekten kaçınmak zorundadır. Bizler eğer Kur’an’ı ve Onun vaaz ettiği İslam’ı yaşamak istiyorsak, Resulullah’ı örnek almak, onun gayb karşısındaki tavrını şiar edinmek zorundayız. Kur’an bie Resulullah’ı örnek göstermekte ve ona tabi olmamızı emretmektedir. Resulullah’ın gayb hususundaki tavrı şu ayette de gayet açıktır:
“...De ki: "Onların sayısını en iyi bilen Rabbim'dir. Onları pek az kimseden başkası bilmez." Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar, hakkında kimseden bir şey sorma. (Kehf 18:22)”
Bu ayet Ashab-ı Kehf’in sayıları hakkında üçtür, beştir, yedidir... gibi tartışarak “gaybı taşlayanlar” hakkında inmiştir ve Resulullah’ın bu tartışmalardan uzak durması istenmiştir.
İtikadı belirlemede mutlak hüküm sahibi Allah iken, itikatta içtihad olmayacağı gayet açıktır. İçtihad, hükmü bilinmeyen bir konunun, bilinen nasslarla konu arasında zan üzerine bağ kurularak, düşünce imal etmektir. Ve tamamen kişinin kendi cehdine dayanır.
Böyle olunca itikadda içtihad nasıl olur? Veya başka bir deyişle Allah, dinini resuller vasıtasıyla insanlara talim etmişken, nasıl oluyor da itikatta mehep kabul edilebiliyor?! Aslında itikad konusunda içtihad edenler veya itikatta mezhep sahibi herkes, işe başlarken hatırlatmak istediğimiz ilkeleri vurgulamakta, ama akabinde bu ilkeleri unutup Mutezile’ye göre, ehl-i Sünnet’e göre, Eşari’ye veya Maturidi’ye göre diyerek itikad belirlemektedirler. Bu çok açık bir çelişkidir. Ve de gaybı taşlamaktan öte bir şey değildir.
Kur’an’da gaybi konularda içtihad, rey, icma gibi yollarla zan üzere davrananların nasıl yanıldıkları çok güzel ifade edilmektedir:
“"Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir", derler; sor, "Allah katından siz söz mü aldınız?", eğer öyle ise Allah sözünden caymayacaktır. "Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mı söylüyorsunuz?" (Bakara 2:80 ayrıca: 3:24)”
Esasında Kur’an’da geçen gaybi ayetler müminler içinbirer imtihandır. Müminler bu ayetleri olduğu gibi kabul etmeli bunların ardına düşmemeli ve bilgisini Allah2a bırakmalıdırlar. Gaybi ayetlere zanla yaklaşarak itikat oluşturmamalı ve Rabbimizin bizden istediği davranışı göstermelidir:
Üzerinde ondokuz vardır. Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır. Sayılarını bildirmekle de, ancak inkar edenlerin denenmesini ve kendilerine kitap verilenlerin kesin bilgi edinmesini ve inananların da imanlarının artmasını sağladık. Kendilerine kitap verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar: "Allah bu misalle neyi muradetti?" desinler. işte Allah, böylece, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanoğluna bir öğütten ibarettir. (Müdessir 74:30-1)
C) AKİDEYİ BELİRLEMEDE KUR’AN
Akideyi belirlemede tek kaynak Kur’an’dır. Kur’an, kendi olgusu(sübut), korunmuşluğu ve bize intikali (vurud) bakımından kat’idir (Kesindir).Kesin ilim ifade eder. Ayrıca itikada esas teşkil edecek Kur’ani haberlerin mana, anlam yönünden de delalet-i kat’i olmaları gerekir. Yani iki veya daha fazla anlama hamledilme imkanı bulunmamalıdır.(Allah’ın birliği, risalet, ahiret vb. ile ilgili ayetler bu yöndedir ör: 47:19, 112:1-4, 64:7 36:79, 2:285 gibi)
İki veya daha fazla anlama gelebilen dolayısıyla delalet-i kat’i olmayan ayetler itikada delil teşkil etmezler. Ve bu tür ayetlerde aslında itikadi prensipleri belirleyici ayetlerden olmaktan ziyade, başka nedenlerle nazil olmuşlardır. İtikadda esas alınan ve fırkalar, alimler, mezhepler nezdinde tartışmalara, yersiz cedellere sebep olan bu tür ayetler dikkatlice okunduğunda görülecektir ki; ayetlerin vurgulamak istedikleri mesaj ve iniş sebebleri, onları itikadlarına esas alanların anlayış ve yaklaşımlarından çok farklıdır. (Örneğin Allah görülecektir diyenlerin delil getirdiği 10:26, 83:22-3, 75:22-3 ve görülmeyecektir diyenlerin delil ayeti: 6:103)
Şu noktayı hatırlatmakta fayda vardır; Kur’ani haberlerin vurudlarında (intikallerinde) yani mütevatiren, kesintisiz ve eksiksiz bize ulaşmasında herhangi bir zan söz konusu değildir. Tüm ayetler bu anlamda kat’i, kesin (Katiyyetül’vurud)dir. Bizim burada söz konusu ettiğimiz, anlam yönünden kat’i ve zanni oluşudur.
D) AKİDEYİ BELİRLEMEDE HADİS
Akide, delalet ve vürud (bize geliş) bakımından kat’i (kesin) olan nasslarla belirlenir ve ancak böylesi haberler üzerine oturtulabilir. Bu prensip Kur’an’da sürekli olarak işlenmiş ve insanların zan üzerine davranmaları yasaklanmıştır:
“Onların çoğu zanna uyarlar; gerçekte ise zan, hakikat karşısında bir şey ifade etmez. Allah, yaptıklarını şüphesiz bilir.” (Yunus 10:36)
Kur’an’ın temel ilkeleri ve bize ulaşmadaki sıhhati ortada iken ve hiçbir rivayetin delalet ve bize intikali bakımından, onunla eş değer olmadığı herkesin teslim ettiği bir gerçek iken, artık akide oluşturmada ondan başka kaynak aramak boş bir gayret olacaktır.
Hadis rivayetleri için zan iki yönden söz konusudur:
1) Vürud cihetinden; sözkonusu hadislerin Resulullah’a ulaşıp ulaşmadığının kesinlik ifade etmemesi.
2) Delalet cihetinden; sözkonusu hadislerin muhtelif anlamlara hamledilebilmesi.
Hadis rivayetleri böyle bir durumda kesinlikle itikada esas alınamazlar.(5)
İtikad konusunda sahih sayılabilecek hadis rivayetleri, ancak itikadi ayetlerin farklı bir ifade biçmiyle tekrarından ibaret olabilirler. Yeni bir itikadi haber bildiremezler.
Mütevatir ve Ahad Haberler
Mütevatir’in tanımı; yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan bir cemaatin yine yalan söylemeleri mümkün olmayan bir cemaate rivayet etmeleriyle bize kadar ulaşan haber, şeklinde yapılmıştır.(6) Ve ardından böyle bir haberin yakin ifade edeceği, dolayısıyla akideyi ilgilendiren konulara dayanak olabileceği savunulmuştur.(7)
Fakat burada karşımıza iki zorluk çıkmaktadır:
Mütevatir haberlerin azlığı ve buna rağmen yine deKur’an gibi tevatür derecesine ulaşmaması. Mütevatir hadislerin sayısı gerçekten çok azdır. İbn-i Salah mütevatire örnek olarak yalnızca 1 hadis gösterebileceğini onun da “Kim benim yerime yalan hadis uydurursa bilsin ki ateşteki yerini hazırlasın” hadisi olduğunu söylemiştir.(8)
Gerçi mütevatir hadislerin çokluğu da savunulagelmiştir. Denilmiştir ki; işte dünyanın doğusunda ve batısında elden ele dolaşan bu hadis kitaplarındaki hadisler mütevatirdir, kimse onları inkar edemez...
Bizi burda ilgilendiren böylesi bir meşruiyet aramaktan ziyade, bu hadislerin itikada temel teşkil edip edemeyecekleridir. Kur’an Resulullah’tan bu yana hiçbir grup, fırka ve mezhebin üzerinde ihtilaf etmediği ve hatta ittifak ettikleri tek kaynak olmuştur. Birbirlerini tekfir eden, meydanlarda birbirlerine kılıç çeken insanlar, sadece “Allah’ın Kitabı” üzerinde müttefik olmuşlardır. İşte tevatür budur.
Halbuki hadis için aynı şey söz konusu değildir. İbn-i Salah’ın mütevatir olarak gösterdiği “Kim benim yerime yalan isnat ederse...” hadisinin bile bir çok varyantı mevcut olup lafzen mütevatirliği tartışılmaktadır. Bazılarında “müteammiden” kelimesi eklenmişken, diğer bazıları yalın halde rivayet etmişlerdir.(9) Bir de bu hadis tartışmasının sadece Ehl-i Hadis ekolü arasında yapıldığını gözetmemiz gerekir. Halbu ki öte yandan Ehl-i Rey, İmami, İbadi, Zeydi,Mutezili denen büyük bir kitle mevcuttur. Ve bunlardan, bir hadis rivayeti konusunda birinin kabul edip deliller ileri sürdükleri konularda hepsinin farkılı metodları söz konusudur.
Oysa bu dinin akidesi böyle tartışmalara taraf olarak değil, bizatihi bütün tarafların ittifak ettiği her yönüyle muhkem (korunmuş) bir kaynakla oluşturulabilir.
SONUÇ
Kainatı bir ölçü üzerinde yaratan Rabbimiz, hayatın kendisi, öncesi, sonrası ve hakikatı hakkında insanlara elçileri aracılığıyla hidayet yolunu ve katındaki gayb haberlerini bildirmiş ve dinini Kur’an ile tamamlamıştır. Hayatın hakikati ve hayat yolumuz hakkındaki telakkilerimizi ve amellerimizi rasyonalist, mistik, taklitçi vb. yaklaşımlarla oluşturulan zanni ölçü ve vehimler üzerinde değil, korunmuş ve kesinlik ifade eden Kur’an ayetlerinin gösterdiği ölçüler üzerinde inşa etmeliyiz.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Oyla... |
|
|
|
|
|
|
|
Ayın Konusu |
|
|
|
|
|
|
|
En Güzelden En Güzel Dua |
|
|
|
|
|
|
Ey Rabbim! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, eli kolu dökülür derecede takatsızlıktan, kasvetten, gafletten, zilletten, azlıktan, meskenetten sana sığınırım. Fakirlikten, küfürden, fısktan, şekavetten, nifaktan, yapdığını insanların duyması ve met hetmeleri için yapmaktan, riyadan, sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, abraslıktan ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.
(Hadis-i Şerif) |
|
|
|
|
|
|
|
Merhaba Ey Aşkı Baki |
|
|
|
|
|
|
|
Yarim Yarim |
|
|
|
|
|
|
Yarim Yarim
İşte gidiyorum yalan dünyadan
Vuslata ermeden sana doymadan
Dua et koşarak gelip arkamdan
Kabrimde göz yaşı dök yarim yarim
Bilmedim ne yaptım neydi ki suçum
Ağlarken göz yaşı dolar avucum
Mezarda bekliyor seni baş ucum
Seneden seneye gel yarim yarim
Bir acı kalbimin orda bir yerde
Dinmiyor sızısı çok derinlerde
Unuttun sormadın acep ne halde
Aklına düşersem sor yarim yarim
Ne idim ne oldum halim perişan
Gözümden gitmiyor suretin bir an
Gün olur gelip te beni ararsan
Mezarlık adresim bil yarim yarim
|
|
|
|
Şu An 5 ziyaretçi buradalar. |