Edepsizlik ve Haddi Aşmak Üzerine
Çoğu kez İslami konularda yapılan tartışmalarda taraflardan biri, karşısındakinin sahih delillerine olgunlukla teslim olmak, hakta, makul olanda buluşmak ahlakını göstermeyip, kendi doğru bildiği ancak sahih temellere dayanmayan önyargısını savunmakta inat eder. Bu inadın getirisi de bu gibi tartışmalarda “kaçak güreşmek” olarak ta tanımlayabileceğimiz bazı ifadelerle sağlam delile karşı “saldırganlık” yapmaktır. Bu kolay, kolay olmasına karşın cahilce tutumlardan birisi de bilgi alnında cevap vermek yerine, muhatabını edepsizlikle, haddi aşmakla itham etme yoludur.
Mukallit zihniyet karşısındaki insanların da kendisi gibi sorgulamaksızın önyargılarını taklit etmesini ister. Bu sebepten dolayı kafasındaki sorgulanmazları, önyargı ve dogmaları delile dayanarak eleştirme “cür'et”ini gösterenlere kendi kafasında koyduğu taklit haddlerini aşmakla, o taklitçisi olduğu önyargılara ya da önyargıları sembolize eden kurum, düşünce ya da kişilere huşu içinde gösterdiği itaati göstermeyenleri “edepsizlik” yapmakla suçlar.
Oysa Rabbimizin son mesajı'nda “Edep” ve “Hadd” kavramları da belirlenmiştir. Kur'an'a tabi olması gereken akledenler zümresi de her konuda olduğu gibi bu konuda da nasıl Edepli olunacağını ve nelerin haddi aşmak olduğunu Kur'an-ı Furqan'larından öğrenirler.
Elbette bir müslümanın ahlaki olarak kuşanması gereken en önemli hasletlerden birisi edepli olmak ve haddi aşmamaktır. Ancak bu hasletin sınırlarını belirleyen şey İslam'ın sahih nasslarıdır. İnsanlar kendi örfi uygulamalarını, şahsi zevklerini, kendi özel durumlarınca gerekli ancak başkaları için gereksiz olabilecek hassasiyetlerini Edep ve hadd kavramlarının arkasından muhataplarına dayatmamalılardır.
Her insanın doğal olarak kendi şahsını, mizacını ilgilendiren şahsa özel eğilimleri ve yoğunlukları olabilir. kimi daha sert ve asabi olabilirlen kimi de daha mülâyim ve yumuşak olabilir, kimi daha mistik kimi daha akılcı olabilir. Bazıları daha coşkulu savaş atmosferlerinden kendini alamazken kimi de kitaplarla daha fazla haşir neşir olmak isteyebilir. Ama kimse genel sorumluluk alanı dışına çıkılmadığı müddetçe başla birini kendi özel,şahsi eğilimine yatkın olmamakla suçlayamaz ve daha da ileri giderek sadece kendisini bağlayabilecek olan bir eğilim ya da yorumu mutlak merkeze yerleştirip karşısındakini "öteki"leştiremez. Tüm bunları edep,ahlak adına yapmak sanırım tablonun en acı verici tebessümü olsa gerektir...
Eğer böylesine bir dayatma edep, hadd vb. Önemli kelimelerle yapılıyorsa esas bu davranışın kendisi ilme, delile dayanmayan, zanna, keyfe, hevaya dayanan bir sorumsuzluk örneğidir. Çünkü bir müslümanı Kur'an'a saygısızlık yapmakla itham etmek ya da Resulullah'a itaat etmemek ile suçlamak için gerçekten çok sağlma delillerin olması gerekir. Mukallitlerin bu nedenli hoyratça keskin bir kılıç gibi kullandıkları bu ithamların sebebi ise karşısındaki şahsın Tefsir, hadis ya da fıkıh alanında kendisi gibi düşünmüyor olmasıdır. Farklı düşünmeyi ya da iddialara sahip olmayı hazmedemeyen bu zihin, işin kolayına kaçarak suçlama, karalama ve gözden düşürme taktiğine başvurmaktadır.
Bu sorumsuzluğun bir başka boyutu ise şahsi zanni zevklerin dayatılmasında gösterilen abartıya ters orantılı olarak gerçekten hassas davranılması gereken önemli konularda gösterilen vurdumduymazlıktır. Örneğin mushafın belden aşağı tutulmasını çoğu zaman saygısızlık gibi kasti bir art niyet olmamasına rağmen yapan insanlara gösterilen şiddetli tepkilere ters orantılı olarak Kur'an mesajını anlamama ve dolayısıyla yaşamama sorumsuzluğu normalleşmiştir! Yine mushafa abdestsiz dokunan insanlar “günahkarlık”, “Kur'an'a saygısızlık” gibi ciddi ithamlara maruz bırakılırken Kur'an emirlerinin ayaklar altına alındığı bir coğrafyada Kur'an emirlerine ters bir çok mesnetsiz uygulama ya da rivayet gayet doğal karşılanabilmektedir. Rabbimizin isminin sonuna “Celle Celaluh (C.C)”, Resulullah isminin sonun “SallallahualeyhiVessellem”(S.AV.) yazma konusunda aşırı titiz davranan bir çok kişinin Allah adına uydurulan onun ağzından söylendiği iddia edilen(!) “Kudsi Hadis” iftiralarına, Resulullah adına uydurulan ve Peygamberimize iftira anlamına gelen bir çok söylentiye, rivayete duyarsız kaldıklarını müşahade etmekteyiz. Resulullah'ın yapmadığı şeyleri bid'atler yoluyla dine sokmak, onun mücadelesine dair bir tek yardımdan çok onun hayatında önemli yer tutmayan ayrıntıları masallaştırmayı da buna ilave edebiliriz.
Keşke sadece bununla sınırlı kalsa! Maalesef günümüzde fiilen Allah'ın hükümleriyle dalga geçilmekte, Resul'ün Tevhidi, Kur'ani mücadelesinin karşı safında yeralanların zulümleri ayyuka çıkmakta. Maalesef Kur'an'a, Resulullah'a saygı(!) adına gösterilen abartılı ve gerçek saygıyı perdeleyen abartılı örfi dayatmaları yapanlar bu ayyuka çıkmış kepazelik karşısında dut yemiş bülbüle dönmekteler, hatta bu zalimlere itaat edilmesini vaaz etmekteler. Ne de olsa Buhari'de geçen bir rivayette Zalim sultana itaat etmeyenin cahiliye ölümü üzere öleceği(!) (Buhari, Fiten:2, Ahkam:4) bildirilmiyor mu? Kur'an'ın Zalimlere meyletmeyin yoksa Ateş size dokunur (Hud 113) emri-i ilahisine edepsizlik yaparcasına! İşte size çevrenin merkeze/güce secde ettirilmesi!
Kur'an'a saygısızlık yapmamayım diye onu duvarlarda bohçalara boğan bir kişinin Kur'an'a ters zanni bilgileri ona eş koşması saygısızlık olarak değerlendirilmemekte ancak hayatın içinde hiçbir önem arzetmeyen bazı nüans noktaları aşırı şekilde abartılmaktadır. Sizce bunca önemli, İslam'ın ve dolayısyla Müslümanların namus meselesi olgu hakaretlere maruz kalırken gereksiz örfi takıntıların bu kadar abartılmasında iyi niyet, ahlakilik aranabilir mi? Kurtuluş mesajının arkaya atılarak mushafın putlaştırılması, Resul'ün getirdiği ana mesajlar ve örnek mücadelenin atlanarak “kıldan, tüyden” saygı ayinlerine kurban verilmesi Cahiliyye örfünün yansımasından Kur'an'ın saygı ve edep sınırlarının yıkılmasından başka nedir?! Oysa Kainatın Tek Efendisi olan Rabbimiz elçisi Muhammed (a)'e şöyle dedirtmektedir: "De ki: "Ben, yalnız her şeyin sahibi olan ve bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmakla ve Kur'an okumakla emrolundum." Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur, kim sapıtmışsa kendine etmiş olur. De ki: "Ben sadece, uyaranlardan biriyim." (27 Neml/91-92)
Müslümanlardan olma ve Kur'an okuma emri Resulullah'a verilen en önemli iki emir ve dolayısyla Resulullah'ın en önemli iki örnekliği/sünneti olmasına rağmen neden tabiri caizse Kraldan çok kralcılık yapanlar sünnetten çok sünnetçilik yaparak Kur'ânî sünnetin canını okuyorlar dersiniz? Kimse Resulullah'ın Kur'anî yaşam mücadelesini vahiy öncesi erdemin kaynağını arayan o sancılı varoluş serüvenini ve Alaq ile başlayan mücadelesini rehber edinmezken, üzerinde yoğunlaşmazken ne kadar da önemli oluyor bacak bacak üstüne atıp atmamak,belden aşağıya mushaf tutup tutmamak, yüzünüzdeki tüy miktarı, cennetteki hurilerin göz büyüklükleri vs. vs....
Merkez-Çevre: Güç mü Değerler mi Ölçüt olacak?
Merkez-Çevre ilişkisinde hayatın,insanın ve toplumun merkezine Gücü koyan ve Güçlü olmayı esas kabul edip güce hizmet etmeyi marifet bilen bir çevre üreten donuk fikriyât, çevreyi merkeze secde ettirmenin araçlarını da üretmekten geri durmaz. Oysa özgür insanın yeryüzünün halifesi olan insanın tek ışığı olan akıl-vahiy ikilisi merkeze hukuku,değerleri,erdemi,ahlakı koyarak gücü bu unsurlara boyun eğdirmekte çevreyi merkezle verimlileşen birer ekin nesline dönüştürmektedir. Hayatın,insanın ve toplumun merkezine gücü değil erdemi oturtan Alemlerin Tek Efendisi ALLAH Çevre dediğimiz muhataplarını da kendilerini gerçekleştirme imkanı vererek aslında hayatın doğuşuyla şereflendirmektedir.
Merkeze gücü koyan anlayış kafa sayısını, siyasal-ekonomik ya da dinsel iktidarları, kişisel karizmaları ölçüt alacağından edep ve ahlak tanımlamalarını da bu ölçülere yapılan eleştirilerle olumlayacak ya da karşısında olacaktır. Değerleri, hakkı hukuku gözetmemek değil karizmalara, gücü elinde bulunduranlara karşı olmak "ahlaksızlık" olacaktır. Hz. Ali'nin tabiriyle Din kürkü ters giyilecektir...
Zalimlere itaat ve zalimlerin karşısında duranların yalnız bırakılmasının bilinçaltında bu etken yatmaktadır. Peygamber (a) ile güç kendilerindeyken kıyasıya savaşanların gücün İslam'a geçmesiyle birlikte kıvrak bir manevrayla Resullullah'ın safına yani gücün safına geçivermesinin sırrı bu olsagerektir!
Rabbimiz kullarına toplumsal bir sorundaki hakemliğin Vahyî ahlak ve onun örnekliği olan Resulullah (as) olduğunu belirtmekte ve anlaşmazlıkların güçlüden yana değil haklıdan yana çözülmesi gerektiğini vurgulamıştır:
Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa
1- Aralarını düzeltiniz;
2- Eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız;
3-Eğer dönerlerse aralarını adaletle bulunuz, adil davranınız, şüphesiz Allah adil davrananları sever.
Şu bir gerçek ki, müminler sadece kardeştirler. O halde kardeşleriniz arasında barışı sağlayın ve Allah'tan korkun ki, size merhamet edebilsin. (49 Hucurat/9-10)
Evet yukarıda da belirtildiği üzere müslümanlar hiçbir sıfatı olmasa da haklının safında olmak ve barışı tesis etmekle mükellef kılıyor. Halen gücüne güvenerek haklıyı ezmeye çalışacak olursa diğer tüm müslümanların güçlüye ahlak adına haddini bildirmeleri emrediliyor... İşte kendini gerçekleştiren özgür bir ekin neslinin tavrı...
Tarihi derslerin Masallaştırılması
Dondurulmayı Tarih araştırmalarında da görmekteyiz. Bir müslümanın görevi, tarihe yönelip geçmişte yapılan hataları adaletli ve delilli bir biçimde sorgulamak ve bu sorgulamanın sonuçlarında elde edeceği dersleri bugününde ve geleceğinde uygulamaktır. Geçmişteki hataların kan davasını gütmek te cahili bir yaklaşım olur. Aynı şekilde tarihinde elde edilen başarıların da hamasetini yapmak değil hangi süreçle, nasıl bir yöntemle başarıya ulaşıldığını bulmak ve bunu bugün/gelecek yolunda tatbik etmeye çalışmak olmalıdır.
Oysa tarihi sorgulanamaz bir kutsal mumyalar geçidi olarak bize dayatan yaklaşımlar hemen koruma altına aldıkları mumyalarının muhafızı kesilmektedirler. Resulullah'ın arkadaşları olarak kutsanan ilk dönem müslümanları topatn “adil” ilan edilerek yaptıkları bariz hatalar unutulmaya, hasır altı edilmeye çalışılmakta yukarıda belirttiğimiz Müslümanca tarih okuma girişimleri “sahabeye saygısızlık!” adı altında peşinen mahkum edilmektedir. Birbiriyle savaşan, binlerce insanın öldüğü bir ortamın tahlilini yaptırmamak ancak mumya muhafızlarının taklitçiliğine zarar verebilir. “Neden Asr-ı Saadeti kısa bir süre içinde kaybettik?” sorusunu Kur'an'daki sünnetullah ilkelerinden kalkarak sormaz isek bugün içinde bulunduğumuz durumu da anlayamayız. Tüm ümmeti kandıran, binbir hileler düzenleyerek Kur'an'ın sosyal adalet, devlet anlayışına zıt, cahili saltanat düzenlerini ihdas eden, Tevhid ve Adaleti sunan müslümanlara işkence yapan, sürgüne gönderen, şehid eden insanların amellerini irdelememek Kur'an'ın tarih ilkelerini anlamsızlaştırıp onları “geçmişin masalları” hükmüne indirgemek değil midir? Bugünün zalimlerinin ve o zalimlere karşın bugünkü insanların tepkisizliğinin kökenlerinde hep bu “zalim iktidara itaat ve kadercilik” bilinçaltı yatmamakta mıdır?
Kur'an'a, Resulullah'a, onun seçkin, İslami ilkelere sadık kalmış sahabesine, daha sonra gelmiş tevhid ve adalet için zulüm düzenlerine karşı cihad etmiş müminlere saygısızlık olmaz mı geçmişteki zalimleri sorgulamamak aksine onlara layık olmadıkları değerler atfetmek?
Ancak "Edep" ve "Edepsizlik" ya da "Hadd" ve "Haddini Bilmek" bağlamındaki önceliklerimiz nelerdir? Hayat Rehberimize bakalım o zaman:
“Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennete yerleşin, ikiniz de orada dilediğiniz yerde bol bol yiyin, ancak şu ağaca yaklaşmayın ki, Haddini aşan zalimlerden olmayasınız." (Bakara 2/35)
“Sonra onun arkasından birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik; onlara açık mucizelerle vardılar, fakat önce yalan dediklerine yine de bir türlü inanmak istemediler. İşte Biz sürekli Haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.” (Yunus 10/74)
“De ki: "Ey kendi aleyhlerine Haddi aşmış kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." (Zümer 39/53)
Evet Haddi Aşmak ya da Haddi Gözetlemek. Öncelikli Had ALLAH'ın Haddidir. Bunu herkes biliyor zaten. Ama gereken önceliği göstermiyor sanırım. ALLAH'ın Haddlerini Sınırlarını hem de "Gayb" gibi tüm insanlar için mutlak bir bilgisizlik alanını aşmak bu konuda ileri gitmek ALLAH'ın Haddlerini aşmak değil midir? Ciltlerce Kitap yazıp Geleceği bilmeye yönelik hiçbir ilmi dayanağı olmayan yöntemlerle spekülasyonlar yapmak ALLAH'IN Haddlerini aşmak değil midir? Allah'ın haddlerini aşanları ilmi dayanaklara binaen eleştirmek gibi makul bir girişimi haddi aşmak adı altında linç etmeye çalışanlar, Allah'ın haddlerini gözetmeyip en azından gereken önemi vermeyip kendi şeyhlerini, ulu önderlerini, önyargılarını, dokunulmaz kutsallarının dokunulmazlık sınırlarını uyani haddlerini mi öncelemektedirler?
Peki Edep nedir?
Değerlerin, delillerin değil maalesef gücün, otoritenin, karizmanın, kafa sayısının önemli olduğu bir ortamda insanlara gösterilen aşırı saygı Kur'an'ın ve Resulünün onayladığı bir saygı çeşidi değildir. Üstünlüğün ancak Takva ile olduğu gerçeğini bize bildiren (Hucurat 49/13), ilme dayanmayan herşeyin değersiz olduğunu belirten (İsra 17/36)Kur'an'da “edepsizlik” “Fahşa” kavramıyla ifade edilmektedir. Bir müslüman olarak kullanacağımız tüm kavramların Kur'an'la şekillenmesi gerekmektedir.
“Onlar bir Edepsizlik yaptıkları zaman da: "Atalarımızı böyle bulduk ve bize bunu Allah emretti." derler. De ki: "Allah, Edepsizliği emretmez. Bilmediğiniz şeyleri Allah'ın üzerine mi atıyorsunuz?" (Ar'af 7/28)
Yukarıdaki ayette de gördüğümüz gibi Rabbimiz Allah adına mesnetsizce konuşmayı ve atalar geleneğine mukallitçe tabi olmayı edepsizlik olarak tanımlamaktadır. Edep ALLAH'ın Mesajlarına duyulan saygıdır:
“Fakat iman edip güzel işler yapanlar ve Rablerine Edeple gönülden itaat edenler, işte bunlar, cennetliklerdir; orada sonsuza dek kalacaklardır.” (Hud 11/23)
“Sana vahyedilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl! Muhakkak sahih namaz Edepsizlikten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak Allah'ı anmak en büyük iştir ve Allah, her ne işlerseniz bilir.” (Ankebut 29/45)
Sizce ALLAH'IN SÖZÜ ne kadar değerlidir? ALLAH'ın Sözü beni haber veriyor ismim Kur'an'da yazılı, yazdığım kitapları ALLAH KİTABINDA HABER VERİYOR desem bu ALLAH'A VE KİTABINA Edepsizlik olmaz mı? Mesela birisi sizin adına siz öyle demeseniz de sanki siz demiş gibi bir falanca kitaplarında benim kitaplarımı övüyor deyip sizin isminiz üzerinden prim yapsa bu size ve okuyucularınıza bir "edepsizlik" olmaz mı? Kaldı ki Dünyadaki Tüm Sözlerden kıyas kabul etmeyecek derece ÜSTÜN BİR KELAM'dan bahsediyoruz. ALLAH'IN KELAMINDAN...ALLAH'I ve HADDLERİNİ karizma sahiplerinin her durumda sorgulanabilir düşüncelerinden ön sıralarına almalıyız. ALLAH'IN KELAMI'NA edepli davranmalıyız.
Şeytan'ın sağdan yaklaşması ve kulu gereksiz ayrıntılara boğarak temel konulardan insanı mahrum bırakmasının kısa bir eleştirisini sunmaya çalıştım sizlere.
7/199 Affetmeyi esas al. İyiyi ve güzeli emret, cahillerden yüz çevir.
7/200 Şeytandan ne zaman kötü bir düşünce zihnini tırmalarsa, ALLAH'a sığın; O İşitendir, Bilendir.
7/201 Erdemlilere her ne zaman şeytandan karanlık bir öneri ulaşsa hemen (Mesaj ile) Allah'ı hatırlarlar. Böylece hemen basiretli hale gelirler.