Myspace LayoutsGet your layout at Myspace Layouts
 
SEVGİLİDEN MEKTUPLAR
Aşk Menüsü  
  Ana Sayfa
  Tasavvuf
  Tasavvufi Sohbetler
  Tasavvufun Tarihçesi
  Tasavvuf Edebiyatı
  Tasavvufi Şiirler
  Nakşibendiyye Silsilesi
  Son Peygamber
  Kimdir?
  Hayatı -Geniş Anlatımlı-
  Aşk
  Aşk...
  Aşk Nedir?
  Aşk'a Dair...
  Sohbetler
  Temel Dini Bilgiler
  => Allah'a İman
  => Kitaplara İman
  => Peygamberlere İman
  => Ahirete İman
  => Dua
  => Kur'an Ahlakı
  => İtikadda Ölçü
  => Temel Kavramlar
  => Kur'an Üzerine
  => Tevhidi Bilinçlenme
  => Kurban
  => 21. YÜZYILDA NOEL
  Görüntülü Sohbetler
  Kıssadan Hisse...
  Allah Ve Resulünden...
  Kur-an'ı Kerim
  Veda Hutbesi
  Naatlar
  Kırk Hadis
  Esmaül Hüsna
  Tarih
  İslam Tarihi
  Osmanlı Tarihi
  Büyüklerden İbretli Sözler
  Efendimizden
  Yunustan
  Mevlanadan
  Çocuk
  Namaz Anlatımı -Resimli-
  Faydalı
  Fotoğraf Galerimiz
  Faydalı İlimler
  Semerkand
  Kaside-İlahi
  Radyoonbeş Dinle
  Anket
  İletişim
  İletişim 312
  Ziyaretçi Defteri
Tevhidi Bilinçlenme

Üstünlük Ölçümüz Takva mı?
  
İnsanın yaşama dair bakış açısının oluşmasında ve toplumsal ilişkilerin konumlandırılmasında üstünlük kavramının önemli bir yeri vardır. Her toplumun üstünlük konusunda kendine göre değer yargıları bulunur. Kimi toplumlarda ırksal üstünlük anlayışı ön planda olabildiği gibi, kimi toplumlarda üstünlüğün kaynağı maddi varlık, kimisinde de makam mevki, ün şan gibi ölçüler olabilmektedir. İslam, tüm bu batıl üstünlük ölçülerini yerle bir ederek üstünlük ölçülerini takva ve ilimle sınırlandırmıştır. Kur’an, erkek ya da kadın olmanın, veya şu ya da bu ırktan gelmenin kimseye bir üstünlük sağlamadığını vurguladıktan sonra “Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır” ölçüsüyle ve “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” yaklaşımıyla üstünlük konusunda toplumlarda yer etmiş batıl ölçüleri yerle bir etmiştir.

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat 49/13)

Şimdi bir düşünelim: Bu ölçünün insana sunduğu fırsatı, hangi beşeri değer yargısı sunabilir? Üstünlük kavramını soy-sop, mal-mülk, şan-şöhret tekelinden kurtarıp sadece takvaya ve ilme hasreden bir ölçüyü insanoğlu İlahi öğreti dışında başka nerede bulabilir?

Hz. Peygamber, bu Kur’ani ölçüyü Veda Hutbesi’nde ümmetine ve tüm insanlığa şu şekilde ilan etmişti:

“Ey insanlar! Hepiniz Adem’den, Adem de topraktandır. Hepiniz toprağın zerreleri gibi eşitsiniz. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap olana takva dışında herhangi bir üstünlüğü yoktur”

Şimdi bu ölçüler karşısında kendi muhasebemizi yapalım: Üstünlük değerlendirmelerimizde bu Rabbani ölçüyü mü esas alıyoruz, yoksa beşeri değer yargılarının etkisiyle mi hareket ediyoruz?

Bu arada şunu da belirtelim ki, İslam’ın ortaya koyduğu üstünlük anlayışında ayrıcalık mefhumu asla söz konusu değildir. İslam, yukarıdaki hadis-i şerifte de görüldüğü gibi insanları toprağın zerreleri gibi eşit görür. Takva ve ilim, kendilerine sahip olan insanları Allah katında diğer insanlardan üstün kılar ama bu üstünlük, beşeri değer yargılarında olduğu gibi o insanlara diğer insanlar karşısında bir ayrıcalık tanımaz. Zaten, İslam’ın en temel değerlerinden biri olan adalet söz konusu olduğunda, ayrıcalığın zerresinden bile bahsetmek imkânsızdır. Bu konuda Hz. Peygamber’in şu tavrı son derece öğreticidir:

“Hz. Aişe (r.a) der ki: Kureyşliler, hırsızlık etmiş olan Mahzumili kadının durumu ile cidden ilgilenmişler ve bunu önemsemişlerdi. Acaba, bu hususta Hz. Peygamber ile kim konuşabilir diye soruşturuyorlardı. Peygamber’in en çok sevdiği Zeyd oğlu Usame’den başka kimse konuşmaya cesaret edemez dediler. Bunun üzerine Usame, kadının bağışlanması için Hz. Muhammed (s.a.v) ile konuştu. Peygamberimiz (s.a.v) de: ‘Allah’ın hükümlerinden bir hüküm, sınırlarından bir sınır için mi şefaat diliyorsun?’ diye kendisine seslendikten sonra kalktı, yine insanlara şöyle hitap etti: ‘Sizden önceki kavimler helak oldular. Çünkü onlar içlerinden ileri gelen biri hırsızlık yaptığı zaman cezalandırmadan bırakırlardı. Fakat zayıf, himayesiz biri hırsızlık yaptı mı, cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, hırsızlık yapan, Muhammed’in kızı Fatıma olsa bile elini keserim’.”

Evet, İslam soy sop, para, mülk, şan şöhret gibi mefhumların insanlar arasında üstünlük ve ayrıcalık kaynağı olmasını kesinlikle reddetmiştir. Reddetmekle de kalmamış, bu batıl anlayışları kökünden kazıyıp yok etmeyi amaç edinmiştir. İslam, üstünlüğün ancak takva ve ilimle söz konusu olabileceğini ilan etmiş, fakat bunun da bir ayrıcalık vasıtasına dönüşmesine müsaade etmemiştir.

İslam’ın insanlar arasında ayrıcalık tanımadığını ve tüm insanların Allah katında aynı derecede değerlendirildiğini, ibadetler çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Namazda, oruçta, hacda ve İslam’ın diğer ibadetlerinde yönetici-yönetilen, patron-işçi, devlet başkanı-halk gibi ayrımlar olmaksızın insanların eşit sorumluluğa tabi tutulduğu bilinmektedir. Mesela namazda yönetenler-yönetilenler, zengin-fakir aynı safta bulunmakta ve aynı anda rüku ve secdeye varmaktadır. Yani namaz kılarken devlet başkanı da vatandaş da secdeye birlikte vararak eşit olduklarını deklare etmektedirler. Bu, yeryüzünde başka hiçbir dünya görüşünde rastlanılamayacak olan, İslam’a has bir yüceliktir.

Bugün insanların değer verdiği üstünlük ölçüleri ise, keyfiyetten ziyade kemmiyete dayalıdır. Genellikle çoğunluğun yönelimleri, gerçeğin ölçüsü olarak görülmektedir. Kitle psikolojinin insanlar üzerindeki etkisi bilinmektedir. Gerek fert bazında, gerekse toplumsal bazda insanların tercihlerinde ve davranışlarında bu psikolojinin yönlendirici gücü önemli bir yer tutuyor. İnsanların yaşam tarzlarının oluşması ve siyasi tercihlerinin belirlenmesi başta olmak üzere tüm yapıp ettiklerinde çoğunluğun tercihlerinin etkisi gözlenmektedir.

Çoğunluğun bir şeyi tercih ediyor olması diğer insanların da o şeye teveccüh etmeleri sonucunu doğuruyor. Normalde yanlış görülen/görülmesi gereken bir fiil, çoğunluk tarafından işlendiğinde adeta meşruiyet kazanmakta ve normalleşmektedir. Mesela yaşadığımız coğrafyada rüşvet olayı o kadar yaygınlık kazanmış durumdadır ki, bu yaygınlık rüşvete toplumun gözünde bir “normallik” ve “meşruiyet” kazandırmış bulunmaktadır.

Çoğunluk psikolojisinin tarihi süreçte geleneksel İslam anlayışları üzerinde yaptığı tahribatlar da bu konuda örnek verilebilir. Bir çoğunluk davranışı haline geldiğinden vakit namazlarını kılınmaması toplumda son derece olağan karşılanırken, çoğunluk tarafından eda edildiği için cuma namazına gitmemek ve oruç tutmamak normal bir tavır olarak kabul edilmemektedir. Oysa ölçüler açısından bu iki ibadetin terki arasında hiçbir fark yoktur. Üstelik toplumdaki psikolojinin aksine namaz ibadetine Kur'an'ın verdiği önem daha fazladır. Bu örnek, kitle psikolojisinin insanlar üzerindeki olumsuz etkileri bertaraf edilmeyince, nasıl insanları din konusunda bile yanıltabilecek kadar toplumlar üzerinde etkili olduğunu ortaya koyuyor.

Kur’an çoğunluk psikolojisinin aldatıcılığını bir çok ayetiyle ortaya koymaktadır. Kur’an, çoğunluğun gerçeğin ve meşruiyetin ölçüsü olamayacağını belirtmektedir. Yeryüzündeki insan çoğunluğuna, ülkemiz insanına ve çevremize göz atalım, gördüğümüz manzara bize şu ayet-i kerimeyi hatırlatmıyor mu:

“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye uymazlar ve onlar sadece yalan uydururlar.” (En’am 6/116)

Görüldüğü gibi Yüce Rabbimiz çoğunluğa uymanın insanı doğru yola götürmek bir yana aksine doğru yoldan saptırabileceğini belirtmektedir. Tarih boyu Allah’ın yoluna sadakat gösterenlerin azınlıkta kaldığı, çoğunluğun ise çeşitli yanlış yollara sapmış olduğu da zaten Kur’an’ın haber verdiği acı bir gerçektir. Kur’an’ın, çoğunluğun bir yol üzerinde bulunmasının o yolun doğru olduğu anlamına gelemeyeceği tespitini yaparken vurguladığı önemli bir husus da, tarih içerisinde insanların çoğunun bilgi ve bilinçten ziyade zanna tabi oldukları tespitidir. Daha önce de vurguladığımız gibi, Kur’an, insanlardan hakkında bilgi sahibi olmadıkları bir şeye uymamalarını istemekte, bunu yaptıkları taktirde bundan sorumlu olacaklarını bildirmektedir:

“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 17/36)

Kur’an-ı Kerim’de, Allah’tan gelen kesin bilgi dururken zanna uyan insanlar yermekte, insanlar tefekküre, araştırmaya ve sorgulamaya davet edilmektedir.

Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki, demokrasiyle İslam’ın temel farklılık noktalarından biri de, demokrasinin temel ölçü olarak çoğunluk iradesini, İslam’ın ise vahyi kabul etmesidir. Yani, İslam mutlak egemenliği Allah’a dayandırırken, demokrasi insanlara dayandırmaktadır. İslam’a göre, yeryüzünde bulunanların tamamı karşı çıksa bile hakikatin ölçüsü değişmez. O da vahiydir. İnsanların hepsi karşı gelse bile bu, vahyin temel kaynak olması gerektiği gerçeğini değiştirmez. Oysa demokrasi, insanların çoğunluğu tarafından verilen kararı temel ölçü olarak kabul etmektedir. İslam’la demokrasiyi bağdaştırmaya çalışanların temel yanılgısı ise, onların demokrasiyi sadece yöneticilerin belirlenmesinde başvurulan bir yöntem olarak görmeleridir. Bu yanılgı, bazı kimseleri demokrasinin İslam’la bağdaştığını düşünme yanlışına düşürmektedir. Doğrusu ise, demokrasinin de tıpkı İslam gibi kendine has ölçü ve değer yargılarına sahip olduğu ve gerçeğin
ölçüsünü vahye değil insana bağladığıdır.

 
Oyla...  
 

Semerkand Dergisi'ni Takip Ediyor musunuz?
Evet
Hayır
Elime Geçerse Bir Karıştırıyorum

(Sonucu göster)


 
Ayın Konusu  
   
En Güzelden En Güzel Dua  
  Ey Rabbim! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, eli kolu dökülür derecede takatsızlıktan, kasvetten, gafletten, zilletten, azlıktan, meskenetten sana sığınırım. Fakirlikten, küfürden, fısktan, şekavetten, nifaktan, yapdığını insanların duyması ve met hetmeleri için yapmaktan, riyadan, sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, abraslıktan ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.
(Hadis-i Şerif)
 
Merhaba Ey Aşkı Baki  
 


 
Yarim Yarim  
 

Yarim Yarim

İşte gidiyorum yalan dünyadan
Vuslata ermeden sana doymadan
Dua et koşarak gelip arkamdan
Kabrimde göz yaşı dök yarim yarim

Bilmedim ne yaptım neydi ki suçum
Ağlarken göz yaşı dolar avucum
Mezarda bekliyor seni baş ucum
Seneden seneye gel yarim yarim

Bir acı kalbimin orda bir yerde
Dinmiyor sızısı çok derinlerde
Unuttun sormadın acep ne halde
Aklına düşersem sor yarim yarim

Ne idim ne oldum halim perişan
Gözümden gitmiyor suretin bir an
Gün olur gelip te beni ararsan
Mezarlık adresim bil yarim yarim 

 
Şu An 52 ziyaretçi buradalar.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol